İçeriğe geç

İdeolojik Türkçe

İnönü’nün konuşmalarını halk anlıyordu; bir türlü kurtulamadığı askeri üslubu ve ses tonu demokrasiye geçildiğinde ayak bağı oldu. 

1950’li yılların başbakanı Menderes, köylüydü ama okumuştu. Kadife sesliydi ve akıcı bir Türkçeyle konuşuyordu. Halkla kurduğu iletişim ve halktan aldığı destek, çok yüksekti. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının önemli kısmı hayattaydı ve Menderes karşısında çaresizdi. 

Bugün bile darb-ı mesel gibi anlatılan Bölükbaşı Türkçesi, halkı meydanlara toplayabiliyordu ama görüşünü değiştiremiyordu. İletişimde sorun vardı, o da bunun farkındaydı. Çünkü iletebiliyordu ama karşılık alamıyordu.

1960 sonrasının en önemli politik figürü Süleyman Demirel oldu. İTÜ’de mühendislik okumuştu. Bürokrasi terbiyesi almıştı ve ABD’de de İngilizcesini, bilgi ve görgüsünü geliştirmişti. Demirel, halkla ilişkilerinde başarılı olabileceğine inandığı bir Türkçeyi 1980’e kadar ısrarla kullandı. Nüfusun %80’i hala köylü veya köy kültürü ile yaşıyordu. Aksanı ve özenle seçtiği deyimlerle, halkta “Bizden biri!” duygusunu uyandırabiliyordu ki Demirel’e yetiyordu.  

I. ve II. Yeninin başlattığı ve sol edebiyatın ısrarla sürdürdüğü, yetmediği yerde türettiği yeni sözcükler dünyasının yarattığı politik figür ise Bülent Ecevit oldu. Edebiyatta kişiliğini bulan Ecevit’in siyasette sahne alması için kollanan fırsat, 1973’te yakalandı.

Bülent Ecevit, Türkçenin sadeleşme çabalarının zirve yıllarının politik lideriydi ve bu birikimi en iyi kullanan lider oldu. Sol edebiyat içinde gelişme fırsatı bulan yeni Türkçeyi, halkın hangi düzeyde onayladığını görmek için 1973 – 1980 arasındaki seçimlere bakmakta yarar var. Ecevit’in seçim başarıları, bir anlamda sol ağırlıklı yeni Türkçenin ve edebiyatın başarısıydı.

1970-1980 yıllarının iki önemli liderinden biri Alpaslan Türkeş, diğeri ise Necmeddin Erbakan’dı. Türkeş’in talimatçı ve iç düşmana karşı vatan savunması üslubu, süslemelerden ve deyimlerden arınmış, “erât”a daha yakın, edebiyata daha uzak ve sol edebiyata göre de oldukça muhafazakardı.

Erbakan ise çok farklı biriydi. Her bir kelimedeki harfin hakkını bir bir vererek konuşuyordu. Hocaydı ve amfide ders verir gibiydi. Anlattıkları çoğu zaman bilgi yüklüydü. Muhafazakar bir dil kullanıyordu. Dini terimleri sıklıkla kullanan tek politikacıydı. Erbakan’ı farklı kılan ise onun TBMM’de ve basın toplantılarındaki “stand up” kıvamındaki konuşmalarıydı. Ölüyü bile güldürdüğü söyleniyordu.

——————————-

Kategori:2014

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir