İçeriğe geç

“Direnç eğitimi” nedir?

İnsan; her gelişmeye açık ve hazır olmalı. Bu da ancak uzun soluklu ve düzenli eğitim ile mümkün. Herkes, bir gün aç ve susuz kalabilir. Zenginler, bir gün yoksullaşabilir. Gençler yaşlanabilir.

Direnç eğitimi”ne katılım gönüllü olmalı. Eğitimin programı ve sağladığı yarar öyle olmalı ki, katılımı artırmalı.

Direnç artırıcı eğitimde öncelikle hayatta kalabilme öğretilmeli. Bu eğitimlerde insanlar zor günlere hazırlanmalı.

Eğitim devam ederken, üretim ve alım-satım da yapılabilmeli. İnsanlar bir yandan eğitilirken diğer yandan günlük hayat da devam ettirilebilmeli. 

***

Her yıl, yüz milyonlarca Mümin, bir ay boyunca oruç tutmakta… Zekât, sadaka, fitre, fidye vermekte…  Günü geldiğinde kurban kesmekte… Her gün beş vakit camilerde namaz toplantısına katılmaktadır.

Bu ibadetler gerektiği gibi yapılabiliyorsa, bu demektir ki Müminler dayanıklılık testlerinden ve direnç eğitiminden başarı ile geçmekteler.

Farz ibadetleri eda edenler; her koşulda günlük yaşam becerilerini sürdürebilir, açlığa, susuzluğa, yardımlaşmaya ve dayanışmaya hazır… panikten uzak… sorun çözücü bir ahlâk edinmiş olmalılar.

Namaz, oruç, zekât, hacc…ın Mümine bu özellikleri kazandıracağından emin olabiliriz! Yeter ki, ibadetler gereğince eda edilebilmiş olsun!

Örneğin;

Bir ay süren oruç ibadeti

-İsteğe bağlı,

-Zengini ve yoksulu kapsayan, 

-Kadın ve erkek, çocuk ve yaşlının da katılabildiği,  

-Her Ramazanda tekrar edilen,

-Ve belirlenen “gündeme” göre bir yandan ibadet yapılırken diğer yandan direnç, yardımlaşma ve dayanışma eğitimi verilen,

-Her beldenin kendi halkını ve sorunlarını önceleyip, gerektiğinde komşu beldeleri de kolladığı,

-Sorunlar çözülürken, oruç tutan-tutmayan ayırımı yapılmaksızın herkesin çözüm ortağı olabildiği… bir organizasyona dönüşebilmelidir.

Böyle bir orucun muhalifi olamaz, bu oruçtan kimse zarar görmez!

Tutana-tutmayana yararı dokunur.

Ramazan orucu da; tıpkı diğer ibadetler gibi en kısa zamanda bilinçli Müminlerin önderliğinde gerçek anlamına uygun şekilde eda edileceği toplumu ve günleri beklemektedir.

***

Yeryüzünde; yoksullar yararına yapılan en önemli organizasyon olan Kurban ibadeti bile, cahil ve görgüsüz halk ve idarecilerin gözleri önünde açık alanda, çevreye pislik saça saça, hijyenden uzak ortamlarda… amacına uygun eda edilemezken, Ramazan orucuna bu anlamları yüklemek, tabii ki inandırıcı olmayacaktır.

Kurbanın kesildiği bir toplumda hala “dengesiz beslenme” yaşanıyor ve “proteinsiz nesiller” yetişiyorsa, her ibadeti “herkesin yararına” yeniden gözden geçirmek gerekir. 

Oruç da bunlardan biridir.

***

Ramazan ayı boyunca tan yerinin ikinci aydınlığından gün batımına kadar yemeden ve içmeden oruç tutanları kutlamak gerekir.

Ramazan, ay takvimine göre belirlenir. Her yıl 10 gün erken geldiğinden 36 yıl geçtiğinde Müminler, yılın her gününde oruç tutmuş olurlar.

Kuzey yarımkürede iklim yaz ise, Güney yarımkürede kıştır. 36 yıl içerisinde kim, dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın yılın en uzun veya kısa, soğuk veya sıcak günlerinde oruç tutmuş olmaktadır.

Böylece her mevsimde, her koşulda aç ve susuzlukla “direnç” ve “dayanıklılık” eğitimi alan Mümin; her zorluğa hazır eğitimli kişidir dersek abartmış olmayız. 

***

Allah; kullarına dünyada ve ölüm sonrasında “faydası” olmayan bir sorumluluk yüklememiştir. Müminin görevi; her emir ve ibadette, helal ve haramda dünyevî ve uhrevî “haseneyi/güzelliği” öğrenip, İslâm’ı bu bilgiler doğrultusunda yaşamaktır.

Anlaşılamayan ve faydası görülmeyen bir eylemi sürdürmek, insanların kolay kabul edebileceği bir husus değildir.

***

Başa dönersek;

Yüzlerce yıldır oruç tutan, zekât, sadaka, fitre ve fidye veren Müminler Ramazanda hangi sorunları çözebiliyorlar, hangi faydalara ulaşıyorlar?

Yakın ve uzak çevremizde o kadar çok sorun yaşanıyor ki… 

O kadar çok acı çekiliyor ki…

Fakat çözümün İslâmcası bir türlü bulunamıyor!

Birlikte hareket edildiğinde basit önlemlerle aşılabilecek sorunlar, organize olunamadığından çözülemiyor.

Ne yoksulluk azalıyor, ne dayanışma artıyor ne de gereksiz panikler önlenebiliyor.

Bir olay olduğunda da akıl ve sükûnet yerini, kartpostal trajedilere bırakıyor.

Acaba neden?!

***

Ramazana lüks restoranlardan, şık kostümlü ve makyajlı davetliler açısından bakıldığında sanki Ramazanda değil de cennette gibiyiz.

Ne sorun var ne de zavallı bir yoksul!

Herkes o kadar mutlu ki!

***

Ramazana ahali katından bakıldığında ise sanki bu ülkede hiç zekât, sadaka, fitre, fidye dağıtılmamış gibi!

Kabul etmek zorundayız:

Bütün değerler alt-üst olduğu gibi dinin farzları da fayda üretemez olmuş. Her kutlama, ibadet, tören, güzellik ancak sınıflar arasındaki uçurumu biraz daha derinleştiriyor. Zengin ile yoksul arasındaki iletişim ve paylaşım ise her geçen gün biraz daha azalıyor. En masum yardım bile siyasal bir proje gibi sunuluyor ve siyasete fayda ürettiği ölçüde değer görüyor.

***

Kimin aklından nelerin geçtiğini, yüreğinde neyin imanını taşıdığını bilemeyiz. Ama ne kadar fedakâr, ahlâklı ve yardımsever olduğunu iyi biliriz.

Müminliğin lafı olmaz; o ancak eylemlerle tanınır ve bilinir.

Ramazanı iple çekenler; yoksullar mı yoksa fırsatçılar, hep banacılar, kurnazlar, ilm-i siyasetten feyiz alanlar, zekâtı, sadakayı, fitreyi, fidyeyi, hibeyi, himmeti kendine isteyip muhtaçları laik ve kafir devlete havale edenler mi?!

Vergi kaçırmayı helâl, efendi hazretlerini ihmal etmeyi cehennemlik sayanlara…

 Alem-i İslâma; kendisini Müminin hakikisi diye takdim edenlere, Ramazan orucunun bir ay süren bir “direnç eğitimi” olduğunu anlatmak çok zor olacak…

***

Her konuya özensiz rivayetlerle doğru yanlış demeden, aklı ve bilimi öteleyip olaylara yalnızca Asr-ı Saadet açısından bakmaya zorlayanlardan değilim.  Bunu belirtmeliyim!

Kabul etmeliyiz ki;

-Ramazan orucu tutanlardan eser yok gibi.

-O kadar zamandır tutulan oruç, Müminlere bir şey öğretmemiş gibi.

-İnsanlar; yarım saat susuzluğa ve bir öğün açlığa dayanamaz haldeler…

-On binlerce camide sanki cemaatle namaz kılınmamış…

-Zekâtlar, sadakalar, fitreler, fidyeler, kurbanlar, deriler… yerini bulmamış gibi.

-Devlete vergiler ödenmemiş… 

-Felaket halinde nasıl ayakta kalınacak…

-Komşulara nasıl yardım edilecek…

-Felaketin paniğe dönüşmesini önleyecek serinkanlı bilince nasıl sahip olunacak… bunlara ilişkin olumlu bir organizasyon yok gibi!

Sanki İslâm;

Müminleri hiç eğitmemiş, direnç ve dayanıklılık testlerine tabi tutmamış gibi.

***

Kategori:2016

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir