İçeriğe geç

Osmanlı’dan Ak Parti’ye dış politikamız

Osmanlı’nın “Geç dönemi”, Avrupa başkentlerinde büyükelçiliklerin açılışı ile başlatılabilir. 

Viyana bozgunundan beri savaş meydanlarında yenilen Osmanlı Devleti, diplomatik müzakerelerde daha ağır kayıplar veriyordu. Avrupalıların diplomatik üstünlüklerinin arka planında yeni bir teknoloji ve güçlü ekonomileri vardı.

Osmanlı Devleti sanayi ve teknolojide çok gerilerde kaldığı gibi hayatın her alanında yeniliklerden uzak geleneksel bir hayat yaşıyordu. Bunu da savaşları kaybederken anlayabildi. 

Büyükelçiliklerin açılmasıyla görüldü ki, Avrupa sadece askeri ve ekonomide değil; bilim, sanayi, mimari, felsefe, sanat, edebiyat gibi her alanda gelişiyordu.

Avrupalı devletler arasında çok keskin bir rekabet vardı. Zaman zaman bizden uzak acımasız savaşlar da oluyordu. Sosyal adalet olmadığı için de sıklıkla iç ayaklanmalar ve ihtilaller de oluyordu. 

Avrupa’yı yerinde gözlemleyen Osmanlı Devlet adamları, sonunda Batılı devletler arasında “denge” politikası izlemeye karar verdi.

Denilebilir ki Osmanlı Devleti, ömrünü 18. Yy’dan  19. Yy’la kadar “denge” politikası ile uzattı. Avrupa’da rekabetin çok keskinleştiği 1890’dan 1919’a kadar süren yıkılış döneminde ise denge politikasını izlemek çok zordu.

Özellikle 1909’dan sonra dış politikada, bütün dengeler bozuldu. Yıkılışa hakim olan politika ise tam bir “dengesizlik”ti.

Dış politikada “denge”den “dengesizlik”e geçişte, geleneklerden nefret eden beceriksiz yöneticilerin etkisi büyüktü. Bunun yanında Batı’da dünya savaşına doğru giden sert rekabet koşullarının da etkisi oldu. 

Osmanlı’nın çok toy denebilecek yöneticileri; İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya… arasında denge politikası izlemeye çalıştı. Ama özellikle İngiltere, buna izin vermedi. Dönemin yöneticileri de Almanya’ya daha fazla yanaşma ihtiyacı duydu.

Aslında Osmanlı-Almanya yakınlaşması II.Abdülhamit döneminde başlamıştı. İttihatçılar yakınlaşmayı iyice abartarak işi “müttefik”liğe kadar vardırdı.  

1919’a gelindiğinde Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı’nda çok ağır bir yenilgi aldı. Mondros Antlaşması’ndan sonra da İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edildi.

***

Genç Cumhuriyet kadroları, Osmanlı’nın yıkılışını Batı’ya karşı yürütülen “denge” politikasından ayrılmaya bağladılar.

Ana neden “denge”yi terk etmekti. 

Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları tekrar denge politikasına bir dönüş yaptı. Kısa sürede Atatürk yakın ve uzak komşulara ve dünyanın egemen güçlerine karşı dış politikayı “çok yönlü ve aktif bir denge”ye oturttu.

Yakın ve uzak komşular arasında ayrım yapmaksızın ittifaklar kurdu. Tün dünya devletlerine karşı çok yönlü ve aktif bir denge politikası izledi.

İsmet İnönü de bu politikayı devam ettirdi. 

***

1945’te başlayan yeni süreçte Türkiye, Batı ittifakı içinde yer alsa da Rusya ile ilişkileri hiçbir zaman kopma noktasına getirmedi. Aksine önemli ağır sanayi yatırımlarını SSCB ile yaptı. ABD ve SSCB arasında soğuk savaş yıllarında da denge politikasını sürdürebildi.

Denebilir ki, Türkiye 2002 yılına kadar “denge” politikasından ödün vermedi.

Örneğin Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ABD ve SSCB bilgilendirilmişti. Sorun harekâtın sınırlarında çıktı.

AB’ye tam üyelik sürecini ABD desteği ile yürüttü. Türkiye hiçbir zaman AB’ye girme çabalarını ABD’ye alternatif gibi düşünmedi.

Türkiye 2002’ye kadar Rusya’yı rahatsız eden bir Türkî Cumhuriyetler politikası izlemedi. Yine Avrupa ve ABD’yi endişeye sevk eden bir Müslüman devletler politikası da izlemedi.

SSCB’nin dağıldığı ilk yıllarda Türkî Cumhuriyetlerde izlenen “Ağabey” politikası çok kısa sürdü. Ak Parti döneminde gündeme gelen “Yeni Osmanlıcılık” politikaları ise daha soğuk karşılandı.

Yeni Osmanlıcılık, Türkiye’nin son 250 yılda olgunlaştırdığı ve kurumsallaştırdığı “denge” politikasından sapma olarak görüldü.

***

1990’daki 1. Körfez Savaş’ında dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal, geleneksel denge politikasının dışına çıkarak NATO ile birlikte Irak Savaşı’na katılmak istedi. ANAP’ın TBMM’deki sayısal çoğunluğu bu kararı almaya yetiyordu. Ama güvenlik bürokrasisinin direnişiyle karşılaşıldı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanları geleneksel “denge” politikasının dışına çıkmak istemediler. Özellikle NATO ile Müslüman devletlere askeri harekât yapılmasına karşıydılar.

Özal çok istemesine rağmen TSK’yı ikna edemedi.

***

Ak Parti; NATO’nun Irak ve Afganistan’a savaş açtığı bir dönemde iktidara geldi.

Ak Parti, Kasım 2002 iktidara geldi. 1 Mart 2003’te oylanan “Irak Tezkeresi” TBMM’de yeterli desteği alamayınca Türk-ABD ilişkilerinde ciddi güven bunalımı yaşandı.

Aslında Türkiye tezkereyi reddederken geleneksel denge politikasına uygun bir karar almıştı. Çünkü TBMM, kurumsallaşmış denge politikası gereği, komşuları aleyhine başka devletlerle işbirliği yapmıyordu.

TBMM’nin kararı normaldi. 

***

Ak Parti içinde bazı politikacılar, Irak Tezkeresi’ni çıkararak Türkiye’nin yakın ve uzak komşuları ve Doğu-Batı arası sorunlarda izlediği “denge” politikasının dışına çıkmayı önemsemiyordu.

Bu kez de engel TBMM’de çıktı.

Ak Parti kurucuları, ABD’ye verdiği güvenceleri yerine getiremedi. 250 yılda olgunlaşan bir politika, bir liderin sözü ile değişemiyordu.

Ak Parti “Arap Baharı”na kadar ABD ile olan güvensizlik krizini aşmak için çok çaba gösterdi. NATO’da alınan Müslüman-Arap devletlerin demokratikleştirilmesi kararına ise açık destek verdi.

Arap Baharı, Türkiye’nin “denge” politikalarının dışına çıkmasının üçüncü girişimi oldu. Ak Partili karar alıcılar, kamuoyu önünde sanki parti içinde hiç görüş ayrılığı yokmuş gibi Arap Baharı’na tam destek verdiler. 

Çok geçmeden dramatik gelişmeler peş peşe yaşanmaya başladı:

Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Batı’nın askeri ambargo uyguladığı günlerde Kaddafi, Türkiye’yi savaş araçları ile desteklemişti. Libya ve Kaddafi, Arap Baharı ile sokağa dökülen taşkın halkın akıl almaz yıkımına uğradı. Tunus, Mısır, Yemen… derken Suriye, tarihlerinin en büyük iç ayaklanma ve yıkımını yaşadı. 

Türkiye denge politikasının dışına çıkarak Müslüman Devletlerin ürktüğü bir devlet pozisyonuna düştü. Müslüman devletlerin liderliğine oynayan Türkiye, çok geçmeden Müslüman devletlerin arasında bile yalnızlaştı.

NATO üyesi devletlerden beklediği desteği alamayınca da, durumu Barak Obama’nın “Türkiye’yi defalarca kandırması” ile açıklamaya çalıştı.

Türkiye, Müslüman devletlerle arayı açtığı gibi NATO devletlerine karşı da agresif bir dil kullanmaya başladı. ABD ve AB ile de ciddi sorunlar yaşayan Türkiye Batı ittifakı içinde de yalnızlaştı.

***

Çaresizlik içinde kıvranan Türkiye’ye Avrasya eli uzatıldı. Dengesini yitirmiş olan Türkiye, bu kez de Avrasya seçeneğine yöneldi.

Ak Partili yıllara kadar dış politikada “denge” politikası izleyen Türkiye, dünyadaki bütün ittifaklar içinde hatırı sayılır bir saygınlığı varken, şimdilerde bütün ittifaklar içinde pozisyonu tartışılan bir devlet durumuna düştü.

Dünya beşten büyüktür” sözü, daha önce Saddam, Kaddafi, Chavez gibi ABD muhalifi devlet başkanları tarafından dillendirilmişti.

Sonuçlar herkesin malumu! 

—————–

Kategori:2018

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir