İçeriğe geç

Sivil üniversitenin YÖK’e entegrasyonu

YÖK, yakın zamana kadar üniversitelere uyguladığı gizli ve açık baskı ile yeter sayıda nitelikli akademik personelin yetişmesini engelledi. Bilindiği gibi üniversitelerde yapılan haksızlıklar “1402 uygulaması veya başörtüsü” ile sınırlı kalmadı. Birçok bilim meraklısı araştırmacının kariyer çalışması engellendi. Ayrıca birçoğunun görevine de son verildi.

Baskıcı günler uzayınca üniversitelerden uzaklaştırılanların bir kısmı akademik hayattan koptu. Kalanı ise üniversite dışında araştırma yapmaya devam etti.

YÖK’ün aşırı ideolojik kaygılarla yönetildiği günlerde yapılan tezlerin çoğunun niteliksiz olduğunu söylemeye gerek yok. Akademik tezler incelendiğinde bunları görmek mümkündür.

Bununla beraber konjonktürü yakından izleyen çok sayıda yetenekli araştırmacı, çalışmalarını özel imkanlarıyla sürdürdü ve önemli yayımlar yaptı. Bu insanların sayısı oldukça fazladır.

Şu anda akademik personelin büyük çoğunluğu, bilim insanı olma özelliğinden uzak kişilerden oluşuyor. Çünkü üniversitelere alınış biçimleri adil değildi. Ayrıca YÖK’ün ideolojik tutumundan yararlanan birçok kişi, kısa sürede akademik kariyerlerini tamamladı, doçent veya profesör oldu.

Üniversite kapılarına yığılan gençlerimizin öğrenimlerine üniversal boyut kazandırmaya çalışan hükümetimiz, yeterli akademik personel olmadan çok sayıda üniversite açtı. Türkiye’nin son 10 yılda dünyada yükselen gözle görülür imajı, nitelikli üniversitelere olan ihtiyacımızı her geçen gün artırmaktadır. Bu trendin yakın gelecekte de devam edebileceği öngörüsünden hareketle, üniversitelerimizin sayısının artmaya devam edeceğini düşünüyorum. O nedenle yurt dışından yapılan başvurular teşvik edilmeli ve üniversitelerimizin öğrenci kontenjanları yurt içi ve dışı öğrencileri arasında pay edilmelidir. Şartlar bunu zorlamaktadır.  

Mevcut kriterlere göre ülkemizin öğretim üyesi ve görevlisi ihtiyacını karşılamak mümkün görülmemektedir. Yurt dışından öğretim üyesi veya görevlisi getirmeyi düşünsek de Türk üniversitelerinin öğretim dili Türkçe olacağına göre çözüm sınırlı olacaktı.

Türkiye ihtiyacı olan akademik personeli, öncelikle doktora tezi standartlarında kitaplar ve makaleler yayımlamış araştırmacılar arasından karşılayabilir. Fakat buna da YÖK’ün mevcut akademik personel yasası engel olmaktadır.

Çünkü ALES, Dil veya KPSS sınavlarına girip öğrenci olmak herkesin yaşam düzenine uygun değil. Yıllarca büyük zorluklar içinde kamudan hiçbir destek almadan bilimsel çalışmalar yapmış ve çok nitelikli kitaplar ve makaleler yayımlamış ve yaşı kemale ermiş araştırmacıları, henüz hiçbir yayım yapmamış yeni mezun gençlerle bir tutulamaz. Bu kişiler “Sınav başarı belgem yoksa o zaman araştırma da yapmayayım” dememiş, hakikaten bilime olan tutkularından dolayı çalışmış kişilerdir.

Birçok saygın araştırmacının doktora, doçentlik ve profesörlük çalışması düzeyinde yayımlanmış kitapları ve makaleleri olduğu bilinmektedir. Bu çalışmalar makam ve unvan beklemeden yapılmıştır. 

Çok değerli bilim insanlarımız sırf, ALES, DİL veya KPSS gibi sınav belgeleri yok diye üniversitelerin dışında tutup dersleri henüz bir yayım bile yapmamış genç ALES’lilere verdirmek doğru değil. Bu üzerinde çok düşünülmesi gereken ilginç bir durumdur.

Bu sorunun en kısa zamanda bilimin de kabul edebileceği standartlarda çözülmesi gerekir.

Üniversiteler YÖK yasasını gerekçe göstererek ALES, Dil veya KPSS belgesi istedikleri sürece ülkemizin akademik personel ihtiyacı nitelikli düzeyde en az 10-15 yıl daha karşılanamayacaktır.

Mevcut personel yasasında ısrar edilecek olursa, geçen beş yılla beraber gelecek on-onbeş yılı da eklersek milyonlarca gencin “niteliksiz” üniversite diplomasını göze almamız gerekecektir. Bu da herkes için büyük kayıp olacaktır.

Oysa; milyonu aşkın öğrenciyi gözden çıkaracağımıza doktora, doçentlik ve profesörlük çalışması düzeyinde kitap ve makale yayımlayan kişileri, kabul edilebilir yöntemlerle akademik dünyaya kazandırabiliriz.

Örneğin; akademik standartlara uygun yazılmış ve yayımlanmış eserleri ile YÖK’e başvuran kişilerin araştırmaları, herhangi bir sınav belgesi istenmeden, ilgili jürilerce incelendikten sonra doktor, doçent veya profesör olabilirler ve bu kişiler yeni unvanları ile üniversitelerde istihdam edilebilirler.

Batı üniversiteleri bu yöntemi yüzyıllarca uygulamıştır. Halen ABD üniversitelerinin çoğunda bu esnek akademik personel istihdamı devam etmektedir. 

Türkiye’de Cumhuriyet tarihinde de buna benzer uygulamalar yapılmıştır. Örneğin 1933’de ve 1982’de daha basit usullerle birçok kişiye akademik unvanlar verilmiştir ve üniversitelerde istihdam edilmişlerdir. Bizler daha nitelikli ve kalıcı yöntemlerle bu sorunu kalıcı olarak çözebiliriz.

——————————-

Kategori:2013

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir