İçeriğe geç

Gavur vicdanı!

Bu ülkede vatanseverliğin ne olduğunu gördüm!

Halkın devletini ne kadar sevdiğini de iyi bilenlerdenim!

Bugün, Milli Mücadele yıllarındaki 350.000 asker kaçağına değinmeyeceğim!

PKK terörü ile mücadele eden devlete asker olarak destek vermesi gerekenlerin, “Bedelli”ye nasıl sığındığını, yıllarca nasıl kaçak yaşadığını ve bu kişilerin sayısının 400.000’den hiç aşağı düşmediğine de değinmeyeceğim!

Kimseyi utandırmaya niyetim yok!

Vergi kaçırmak için en maharetli mali müşavirlerle çalışan vatanseverlerin nasıl bir yurttaşlık bilincine sahip olduklarını da bu sıcakta bahis konusu yapmayacağım!

Bu konuları nasipse daha serin günlerde, örneğin meltemin püfür püfür estiği günlerde ve mekanlarda… tabii ki, halktan uzakta dostlar arasında konuşacağım. 

Bugün izniniz olursa “faiz” gibi basit bir konuya değineceğim!

***

Turgut Özal’ın yere göğe sığdırılamayan efsanevi yönetiminin başlangıcında 24 Ocak 1980 kararları vardı. Özal’ın halka sunduğu imkânlardan biri de yüksek faizdi. Başlangıçta bankalar yüksek faize cesaret edemedi. Boşlukta bankerler türedi. Bankerlerin başlattığı faiz çılgınlığı, kısa sürede vatanseverleri sarıp sarmaladı! 

Parası olan ortalama vatanseverlerin %60’ı birikimini “daha çok kazanmak” için bankerlere yatırdı. Ekonomiden zırnık anlamayan cami hatipleri, az sayıdaki gerici iktisatçı ve politikacı olarak da Necmeddin Erbakan at sineği gibi faizcileri rahatsız edip durdu.

Onlarca banker devletin gözleri önünde vatanseverleri bir güzel soydu! Bu soygun, Özal’ın bürokrasideki görevinin sonu oldu!

O da çok üzüldü!

O kadar üzüldü ki, gidip Anavatan Partisi’ni kurdu.

1983 Kasım’ında başbakan olan Özal, 24 Ocak 1980’de başlattığı devrimlere bıraktığı yerden devam etti. Özal birçok konuda devrimler yapıyordu ama parası olanların umurunda değildi. Onların gözü “faiz” oranlarındaydı.

Özal bir devrim daha yaptı, Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin paralarını özel bankalara yatırabilecekleri yönünde bir karar aldı. KİT’ler paralarını özel bankalara %30’la yatırıyordu. Aynı özel banka, devletten %30’la aldığı parayı, Hazine’ye %100 ile satmaya başladı. Gün geldi devletin parasını devlete %250 ve üstüne sattı.

Faizin çıldırdığı günlerde ise KİT’in paraları gecelik repolarla devlete % 7.500’e bile satıldı.

KİT’ler personel maaşı ödemek için kendi parasını kullanamıyordu. Çünkü gelirler %30’la faize yatırılıyordu. O nedenle çalışanlara, başka özel bankadan %250 faizle kredi alıp maaş ödüyorlardı. 

Bu kadar başarılı yönetilen KİT’ler kısa sürede iflas etti! Bu koşullarda KİT’ler teknolojilerini de yenileyemedi ve özelleştirme masasına yatırıldı!

Türkiye’nin o günlerini yaşayanlar iyi bilir: Yüksek faiz ve özelleştirme karşıtları “irtica ve bölücü” olmakla suçlanıp aşağılanıyordu!

Yüksek faiz ve özelleştirme karşıtları, geri zekâlı, aptal, ebleh ilan edilebilirlerdi; bölücülerle neden aynı çuvala koyuluyordu, o konu hâlâ açıklık kazanmadı! 

***

Necmeddin Erbakan, başbakan oluncaya kadar devletin parası ile devlet soyuldu. Kimler soydu derseniz, başta o gün kimler özel banka sahibi idiyse o kişiler soydu! Çok geçmedi, devleti soyanlar, müteselsil bir zincir oluşturdu!

Devlet kendini bu şekilde soydurmaya karar verince, devleti soymak “milli politika” oldu!

Haram!” endişesi taşımayan kim varsa, önce yastık altındakini, sonra da farklı yöntemlerle elde ettiği ne kadar parası varsa hepsini yüksek faize yatırdı. Bankalar vatandaştan yüksek faizle topladığını, daha yüksek bir oranda devlete sattı.

Parası olanların önünde inanılmaz fırsatlar vardı. Devleti kazıklayan kazıklayana bir milli politikaya, vatandaşın %80’i destek oldu!

Sanayiciler kamu bankalarından düşük faizli yatırım kredisi alıp yüksek faizle bu parayı devlete satıyordu.

Türk burjuvazisi;

-Tekelci üretim olanakları,

-İstediği fiyata satma özgürlüğü,

-Hayali ihracat gelirleri,

-Düşük faizli devlet kredisi,

-Yüksek faiz geliri,

-İmtiyazlı ve abartılı ihale gelirleri… ile sanki kalıcı bir zenginlik elde etmiş gibiydi. Artık karada ölüm yoktu! 

Milletin efendisi olduğunu fark eden köylü, düşük faizli tarım veya hayvancılık kredisi alıp bunu başka bir banka üzerinden devlete yüksek faizle satmayı o da öğrendi.

Emekliler ellerinde para çantası, banka banka gezip yüksek faiz pazarlığı yapıyor, parayı en yüksek veren bankaya satıyordu. Bir ev parası, yüksek faiz sayesinde bir yılda, ikinci bir ev alabiliyordu.

Bu devlet sevilmez miydi?

Bu vatanseverliğe tapılmaz mıydı?

Tatlı kazançlar üzerine “at sineği” gibi konup rahatsızlık veren Hoca takımı vatan haini olmaz mıydı?…

Devletin iç ve dış borcu geometrik bir hızla artıyordu. Sıklıkla küçük sarsıntılı krizler oluyordu. Çare ise tekti ve daha yüksek faizdi!

Nisan 1994 krizi gerçekten sarsıcı oldu. Herkes zarar etti; bankalara para satanlar hariç! Ücretliler ve esnaf, bir de parası olup da faize “Haram!” diyenler perişan oldu!

Faiz çılgınlığı Necmeddin Erbakan’a kadar geldi!

Erbakan intihar eder gibi KİT’lerin düşük faizle özel bankalarda duran mevduatlarını “tek hesap”ta toplama kararı aldı.

Kısa sürede görüldü ki, devletin ne iç ne de dış borca ihtiyacı var!

Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, özel bankaları korumak için “ihtiyaç olmamasına rağmen borçlanmaya” devam etti. Bu hükümet içinde ciddi sorunlara neden oldu! Erbakan Söylemez’i Yüce Divan’la tehdit etmesine rağmen para satın almaya devam etti!

Aralık 1996’da Necmeddin Erbakan başbakandı. IMF bir ay boyunca Türkiye’ye borç vermek için uğraştı ama Erbakan, Türkiye’nin dış borca ihtiyacı olmadığı söyleyerek IMF’ye teşekkür etti!

Ondan sonra ne mi oldu!

Daha ne olsun, 28 Şubat Post-Modern darbesi oldu!

İzmir’de 4.500 dernek ve platform, sendika, oda… tüm olanaklarını Post-Modern darbeye destek için kullandı. O günlerde moda Türkiye’yi Erbakan irticasından kurtarmaktı!

Ramazanda Başbakanlık Konutu’nda 250 kişiye iftar yemeği verilmişti. Davetlilerin büyük çoğunluğu da İlahiyat Fakültesi hocalarıydı. Nedensen televizyonlar ve gazeteler iki yaşlı cübbelinin görüntüsünü, binlerce kez tekrar ederek yayınladı. İki kişi, 250 kişi gibi gösterilerek tamamı tarikat şeyhiymiş gibi bir algı yaratıldı.

Nasıl bir alakaydı, hala anlamış değilim! Ali Kalkancı, Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz fragmanları binlerce kez geceli gündüzlü tekrar tekrar tv’lerde yayımlandı, Erbakan suçlandı! Türkiye’yi ne hale getirdi diye!

Psikolojik harp tekniklerinin en ilerisi, yalan dolan fark etmez, yeter ki, Erbakan’ı yıpratıcı olsun dendi, uygulandı.

Hamdolsun, yurtseverlerin tencere tava, yeri göğü inleten mitingleri, hakaretleri, manşetleri, TV’lerin yalan rüzgarları hortumuna dönüştü, sonunda Erbakan’ı başbakanlıktan uzaklaştırdı!

Erbakan’ın gidişiyle Türkiye o gün öyle bir derin nefes aldı ki, hiç sormayın! Millet millet olalı, böyle bir nefes almamıştı, diyeyim ben sana!

Hala o nefesle yaşayanlar var!

1997 Temmuz’undan 2002 Kasım’ına kadar doldurulan ciğerlerde, keselerde, kenarda köşede nefes kaldı mı bilmiyorum!

Tencere tava havasından belli ki, ağabeyler zor durumda!

Nefesleri tükenmiş!

Acilen hortumun takılması lazım!

Yurtseverler devrede, ne yapar eder hayatları pahasına gencecik bedenlerini toprağa yatırır, hortumu ağabeylere yetiştirirler!

Ben, yurtseverlerin Türkiye sevgisinden derin kuşku duyanlardanım: Neyi sevdiklerini anlamış değilim!

Türkiye 2001 Şubat’ında IMF ve Kemal Derviş’in önünde diz çökmedi; adeta tepe üstü yere çakıldı. O gün “Arkadaş gecelik faizin % 7.500’e kadar çıktığı bu ülkede çok para kazandım. Türkiye bu duruma düşmesinde benim de payım var. Bunu düşünerek anaparamı alıp faizini hazineye bağışlıyorum, diyen bir kişi çıkmadığı gibi, gecelik %7.500 olan faiz alacağımı %7.000’e indiriyorum, 500 puan devlete kalsın” diyeni de görmedim!

Ne yazık ki, gecelik faizin %7.500 olduğu günlerde, dehşete kapılan RAHİPLERİN vicdanına sahip bir TC yurtseverine rastlamadım! 

O gün bize lazım olan GAVUR vicdanıydı; o da hiçbirimizde yoktu!

————————————-

Kategori:2013

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir