İçeriğe geç

Ziya Gökalp İslâmcılığı (1876-1924)

Gökalp yanlış anlaşılan düşünürlerimizden biridir. 48 yıl yaşadı, yarım yüz yıl kadar. Aksiyon dolu yaşamı, hiç kopmadığı fikri ve ilmi çalışmaları, yazarlığı… onun hava gibi soluduğu hemen her günkü meşgalesiydi. Çok erken yaşlarda, yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin her sorununu dert edinmesi, yetmezmiş gibi Doğu – Batı ilimleri ve felsefesiyle yakın teması, naif vücudunda bir yorgunluk oluşturmasa da ruhiyatında derin sarsıntılar yarattı.

Doğu dünyasını baskısı altına alan Batı pozitivizmine tek başına karşı koymaya çalıştı. Güç yetiremeyince bunalıma girdi. Henüz 17 yaşında iken çareyi kafaya sıkmakta buldu. Gökalp’in intihar girişimi, onun en dikkat çeken yönüdür. Hiçbir kitabını anlayarak okumayanlar, onun intihar girişiminde bulunduğu, hatta kurşun kafada 30 yıl yaşadığını bilir!

O günlerin vatan kurtaran evlatları, koca devleti tarumar ederken, Gökalp memleketi sosyoloji, psikoloji, medeniyetler tarihi, kültür ve ideoloji ile kurtarılabileceğine inanıyordu. Bunu başarmak için de geceli gündüzlü okudu, düşündü ve yazdı.

Her fırsatta yazdı.

Vatanı kurtarmaya soyunanların çoğu siyaseti bir tiyatro sahnesi kadar gerçek sanıyordu! Bir kısmı cepheden cepheye koşarken bir kısmı da savaş ekonomisinden alabildiğine istifade ile meşguldü.

Oyun bittiğinde ne vatan ne de kurtarıcı kaldı. Ölenler ölmüş, kalanların bir kısmı yurt dışına kaçmıştı…

Savaş zenginleri, bir daha geri dönmemek üzere semti meçhûle gitmişlerdi. Vatanı sosyoloji, psikoloji… ile kurtarmayı düşüne Gökalp ise kendisini önce sanık sandalyesinde sonra da Limni ve Malta Adası kıyısında bulmuştu.

Ziya Gökalp, Osmanlı Devleti’nin en uzun yüzyılının son elli yılında yaşadı. Devletin yaşadığı her aceleciliği, başarısızlığı, bunalımı, çaresizliği, ihaneti o da şahsında yaşadı.

Dürüst biri olduğunda kuşku yoktu. Düşünürken de yaşarken de dürüsttü.

Türkçülüğü ise bugün sanılanın aksine çok farklıydı. Onun amacı  “Çağdaş bir İslâm Türkçülüğü” ortaya koymaktı. Bütün düşüncesini bunun üzerine kurdu. İslâmsız hiçbir çözüm önerisinde bulunmadı. Ama her İslâmî konunun da “yeniden ele alınması”ndan yanaydı. Açıkçası onun Türkçülüğü “İslâm’ın moderleşmesi”nden başka bir şey değildi.

Batı’da dile ve ırka dayalı milliyetçiliğin aksine o, İslâmcı bir Türkçülüğü savundu. Yanlış anlaşılmaması için de sürekli “İslâm”a ve “kültürel Türkçülüğe” vurgu yaptı. Hiçbir zaman “ırkçı ve Türkçeci” bir Türkçü olmadı.

Gökalp; ilmi terimlerde Kur’an Arapçası, resmi dilde İstanbul Türkçesi, yerel dillerde ise Kürtçeyi örnek göstererek mahalli dillerin kullanılmasını savundu.

İslâm dünyasının “terimler”, “eğitim”, “fetva” kongreleri düzenlemesini istiyordu. Kur’an olmadan, ortak ilmi terimlerin oluşamayacağını iddia ediyordu. Batı uygarlığının terimleri Latince ise bizimkisi de Kur’an Arapçası olmalıydı. Alfabe konusunda da Şimal Türkleri, Rusyalı Müslüman Türkçüler gibi Arap hurufatından yanaydı. Bütün bunları “Türkçülük” adına savundu.

Batı’dan ilim ve teknolojiyi almalıyız, görüşü çok önceden benimsenmişti. Osmanlıyı kurtarmaya aday bütün ideolojilerin reçetesinde, Batı’nın ilmi ve teknolojisi vardır. İdeolojik akımların tamamında İslâmiyet de vardır ve hepsi de Müslümanın modernleşmesinden yanaydı. Üçüncü konu ise tamamen sağırlar diyaloğundan ibaretti. Kimse kimseyi anlamak istemiyordu:

Müslümanlar nasıl modernleşecekti?

Gökalp, İslâmî ilimlerin de kabul edebileceği Türk “örfü”ne çok önem verdi. Kültürü örfle temellendirmesinde fıkıh usulünün ve sosyolojinin etkisi fazlaydı. Gökalp’e muhalefet eden İslâmcılar ise Arap örfü ile Türk örfü arasındaki farkın abartılmasına karşıydılar. Ya da Efganî, M.Abduh, M.Akif gibi İslâmcılar ise işi daha da ileri götürerek Kur’an ile Batı arasında bir geçişkenlikten yanaydılar. 

O dönemin pür Batıcıları bile İslâm’ı, Batı aklının ve ilminin kabul ettiği ölçüde benimsemekten yanaydılar.

İhtilaflar bir yana, sözü edilen ideolojilerin hepsi iki çatı altında Osmanlıyı kurtarmaya çalışmaktaydı: Masonluk ve İttihat ve Terakki Cemiyeti!

Gökalp, görüşlerine değer verildiğini sandığı 1910-1918 yılları arasında içinde İslâm, Batı ilmi ve teknolojisi ve Türk kültürü olmayan hiç bir görüşü savunmadı. Gökalp’i Orta Avrupa kökenli mühtedi ve Balkan kökenli “İslâmsız Türkçüler” ile karıştıranlar onu anlayamadılar.

Şunu da söylemek gerekir ki, ağır savaş yenilgisi ve Limni ve Malta Sürgünü onun düşüncelerinde ciddi bir sarsıntı yarattı, bunu görmek gerekir.

Gökalp, sürgün günlerinde artık İngiltere ve Fransa’yı ıskalayarak uzun süre hayal dahi kurulamayacağını gördü. Bundan böyle galip devletlerin çizdiği sınırlar içinde en iyisi nasıl olabilir, onu düşünmeye çalıştı. Türkçülüğün Esasları’nı da bu koşullarda yazdı. 

***

Gökalp ve Mustafa Kemal’in İslâmcılığından kuşku duyanların hiçbiri “mübadele” üzerinde ideolojik bir yorum yapmadı. Akademia bile mübadele üzerinde bir projeksiyon hazırlamadı.

Dilimizi anlam yönünden çağdaşlaştırmak, terimler yönünden İslâmlaştırmak, gramer olarak ise Türkçeleştirmek gerekir. Terimler dışındaki tüm kelimeler mümkünse Türkçe olmalı veya Türkçeleştirilmeli.”

Yeni mefhumlar asrın, terimler ümmetin, diller ise milletin olmalı.”

Yerel diller (Kürtçe, Arapça, Gürcüce…) kullanılmaya devam etmeli.”

Bu fikri fukaralık içerisinde Gökalp’i doğru anlayanı gün ışığında fenerle ararsak acaba birini bulabilir miyiz?!!!

———————-

Kategori:2015

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir