İçeriğe geç

Dindarlığın çöküşü!

Tevrat’ta yazılanlar ve Nebilerin uygulamaları, yöneticilerin ve zenginlerin çıkarları ile çeliştiğinden bir çıkış yolu aranıyordu.

Halk ise kendi halindeydi. Allah’a inanır ve onun azametinden korkardı.

Allah’ın emirleri ile kralların buyrukları çatıştığında da halk, Allah’tan müsaade isteyip kralın buyruklarına uyarlardı.

Krallar güçlenmiş, Kenan’a korku egemen olmuştu. Kimsenin olmadığı yerde bile halk Allah’tan değil de kraldan korkar hale gelmişti.   

Ortam gün be gün öyle bir hal almıştı ki halk, kralın yakın, Allah’ın da uzak tehlike olduğuna inanmıştı.  

Halkı kralın buyruklarına uymaya ikna edenler ise âlimlerdi.

Âlimler çok güçlülerdi. Aralarında Rab, Rabbi ve Rabban diye hiyerarşik bir düzen kurmuşlardı.

Hiyerarşi güçlendikçe Tevrat’ın yerini Rabbilerin fetvaları almıştı.

Öyle ki, Rabbiler kelime oyunları ve hile-i şeriye ile faizi, fuhşu, rüşveti, hırsızlığı ve yağmayı… helal yapmışlardı.

Kur’an bu hiyerarşiyi ve Rabbilere tanınan yetkileri eleştirdi.

Çünkü insanlar Tevrat’ın buyruklarını değil de Rabbilerin fetvalarını din edinmişlerdi. Neyin helal neyin de haram olduğuna Rabbiler karar veriyordu.

Müminlerin önünde kötü örnek tek değildi!

Hıristiyanlar da benzer bir alimler hiyerarşisi yaratmıştı. Allah’ın emirleri ve dinin kurallarının yerini alimler ve kralların buyrukları almıştı.

Çünkü Hıristiyan alimler, dünyevi yaşama ilişkin bütün yetkiyi “Sezar’ın hakkı” diye krala devretmişlerdi.

Kur’an çağına gelindiğinde Hıristiyanların sayısı artmasına artmıştı, hem de çok artmıştı. Fakat Hıristiyan/Nasrani yani Allah’ın yardımcısı yok denecek kadar azdı!

Kur’an bu tür durumlardan dolayı Yahudileri ve Hıristiyanları eleştirdi. Müminleri de olası tehlikelere karşı uyardı!

Ve dedi ki;

Aklınızdan ve Kur’an’dan başka yol göstericiniz olmayacak(İsra-14).

Aklınızı iptal ettirecek ve Kur’an’ı önemsizleştirecek ulemanın fitnesinden sakın ha sakın uzak durun!

Ama nafile!

Sonunda Yahudilerin ve Hıristiyanların başına gelenler, Müminlerin de başına geldi.

Abbasilerin Saray uleması ile başlayan süreç, Selçukluların Nizamiye Medreseleri’ne, oradan da diğer sultanların emrine âmâde, makam ve mevki kapma yarışına giren ilim ve bilim adamlarına kadar vardı.

İlim adamları sadece kendilerini küçük düşürmekle kalmadılar; arkalarında ilim ve irfan da bırakmadılar!

Ahlâk ise ne yazık ki, menkıbelerin ve masal kahramanlarının yaşam öyküsü oldu.

Bir makam elde etmek için yakın arkadaşını yanlış bilgi ile gözden düşüren zât, sorulduğunda sırıtarak “ilm-i siyaset” yaptığını söylemekten çekinmedi!

Bir makam sahibi olmayı “başarı”, ona ulaşmak için başvurulan her türlü girişimi “kurnazlık”, kurnazlığı da “akıllılık” sananlarda, din ve ahlâk endişesi taşımadıkları da görülmüş oldu.

Kategori:2018

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir