İçeriğe geç

Aklım Gülbahar’da kaldı

Âlemde her mesele mühimdir, eyvallah! Lakin hiçbir mesele Sultanın can sıkıntısını gidermekten daha önemli değildir.

Her şey bir yana, Sultanın can sıkıntısını gidermek bir yana!

Sultanın önceliği bu kadar önemlidir!

***

Ben ki, Sultanlar Sultanı, Sultan-ı Rûy-i Zemîn, Şarkın ve Garbın yegâne Sultanı Harun’ur Reşid isem, garip gurebanın, dul ve yetimin, aç ve açıkta kalanın, tarlaya darı serpenin, meraya sürü yayanın, borçlunun, alacaklının, sefere çıkanın, seferden dönenin, ulemanın, tahsile koyulanın, evlinin, bekârın, nice yiğidin, civanmerdin, biçare pîr-i fanilerin… her kim var ise onların derdi benim derdim ise benim derdim her derdin önündedir!

Bu böyle biline!

Ahali olmanın ilk şartı bu hakikate uygun davranmaktır.

Sultanlıkta ve kullukta töre budur!

Sultan; huzurlu, mesut ve bahtiyar ise o da ahalinin derdine derman olur!

Sultan üzgün ise bilesiniz ki, Şarktan Garba namütenahi topraklarda huzur da güven de, hatta tokluk da yoktur!

Onun içun her şeyin başı Sultanın huzuru, mesut ve bahtiyar olmasıdır!  

***

Adamlarım öyle diyor, mülkümün Şarktan Garba, Şimalden Cenuba sınırları o kadar genişlemiş ki, fethedilecek yer kalmamış!    

Öyle diyorlar!

Cariyelerimin sayısı ancak cebirle hesaplanabilirmiş… O kadar yani!  

Tam sayısını öğrendim derken, sabah bi uyanıyorum kafileler halinde yeni cariyeler gelmiş!

Kim istedi, neden gönderildi, cariye midir yoksa casus mu, bilen yok!

Tek bildiğim, küsurat sultanlar kürre-i arzın şeş cihetinden şerrimden emin olmak için en seçme körpeleri bana hediye gönderdikleridir.

Cariyelerin sayısı o kadar fazla ki, bir gördüğümü bir daha göremiyorum. İnanın öyle!

Fekat siz sanıyorsunuz ki, Sultan olmak öyle güzel ki, adeta karada ölüm yok gibi!

Cariyeler de böyle terbiye edilmiş! Sultanla yeter ki bir halvet ol, gerisi ne gam!

Çünkü cariyelerin çoğu 30 yaşına kadar beklese de halvet olmadan paşalardan birine hediye veriyorum.

Gençliğimde Allah biliyor, çok iyiydim. Lakin yaş ilerliyor, şunun şurasında kırk yaşıma varmama birkaç ay kaldı.

Yaşlılık belirtileri bir taraftan, sarayda ve alemde dönen dolaplar diğer taraftan!…

Bende ne huzur kaldı ne de halvete derman!

En iyi tabipleri Sarayıma aldım, belki beni toparlarlar diye!

Heyhat!

Ben artık eski Harun değilim. Vücudumun her tarafından ayrı bir ses ve acı yayılıyor.

Halvetteki körpelerin hayallerine bakıyorum da, diyorum ki, her şey gençlikte!

Sultanlık da gençlikte!

Halvette gençlikte!

Kitaplara yazmışlar, tecrübe çok önemlidir o da ancak zamanla kazanılır, diye!

Her telimden ayrı bir ses çıkıyorsa neye yarar tecrübe!

***

Bir şeyi zamanla fark ettim. Beni oyalamak isteyenler Sarayda ilim meclisleri kurmuşlar. Gençliğimde öğrenme merakım çok fazlaydı. Gün içinde meclisi toplar, ilmi müzakereleri ve münakaşaları zevkle izlerdim. Sıkıldığımda da cariyelerimle halvete çekilirdim.

Sonraları nasıl oldu, neden oldu, buna kim önayak oldu, hatırlamıyorum. Kendimi masal meclislerinin ortasında buluverdim.

Masal deyip geçmeyin. Bu iş öyle bir noktaya vardı ki, neredeyse idareyi unutur oldum.

Arapların “kıssatün la tentehi – sonu olmayan hikâye” dedikleri bir anlatı, bazen içinde raks ve semanın, şiirin olduğu tiyatral temsillere dönüştü.

O kadar hoşuma gidiyor ki izledikçe bayılıyorum, bayıldıkça daha çok izliyorum.

Bir gün çağırdım bu hikâyecilerden birkaçını.

Tiz söyleyin, birbirinin devamı olan iç içe geçmiş bu hikâyeleri kimden öğrendiniz? Bunun bir tahsili var mı, üstadınız kimlerdir, hangi millettensiniz…” diye sordum.

Çoğu korkudan bayıldı.

İnme inenler bile oldu.

Birinin hali dikkatimi celbetti. İsmini sonradan öğrendiğim Gülbahar ise duruşunu hiç bozmadı!

Gel buraya, yakınıma gel” dedim. Aynı soruları tekrar sordum.

Gülbahar başladı anlatmaya..

Anlatıyor mu, oynuyor mu, şarkı mı söylüyor, yoksa rol mü yapıyor, daldım Gülbahar’a… Ağzının içinde kayboldum!

Zübeyde Sultan’ın huzura paldır küldür girmesiyle kendime zor gelebildim!

Zübeyde çocuklarımın anası olmasa bu şekilde huzura giremezdi. Şehzadelerimin anası olması ona bu ayrıcalığı tanıyordu.

Sarayda yaşlandı desem yeridir Zübeyde Sultan’ın. O öyle bir kadındır ki, Allah sizi inandırsın sayısını benim bile bilemediğim her bir cariyeyi ayrı ayrı kıskanacak kadar kadındır!

Ondaki gurur bende yoktu!

Huzura girdiğinde Gülbahar’a bi bakışı vardı, ben bile korktum!

“Sen bu masalcılarda ne buluyorsun Allahınsen, afyon yutmuş gibi dinleyip kendinden geçiyorsun!

Uyan, uyan! Ey Müminlerin emiri! Ebyad Bahir’de Kıbrıs Adası diye bir yer varmış, senin bundan haberin bile yok!

Ahali de sorar, ordu da. Sultanımız masal meclislerinden ne zaman uyanacak! Kıbrıs ne zaman fethedilecek, diye!

Binbir Gece Masal meclisine bi son ver, yoksa ben vereceğim!”

Nice zamandır o kadar eğlence denedim, hiçbiri Gülbahar’ın anlatırken verdiği zevki veremedi!

Daha parmağına parmağımı değdirmedim. O kadar yani!

O güzel anı da Zübeyde Sultan berbat etti!

Hanımın da yaptığı iş mi şimdi?

Nerede kaldı benim Sultanlar Sultanı, Sultan-ı Rûy-i Zemîn, Şarkın ve Garbın yegâne Sultanı Harun’ur Reşid olmam!

Ben bunun hesabını senden sormaz mıyım ey kadın?!

Bunu herkes görecek ve duyacak, sen mi yaman ben mi?!

Kategori:2019

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir